T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
GAZİANTEP / ARABAN - Yukarı Karavaiz İlkokulu

Haberler

Mrt

Mrt

DEPREM TATBİKATI YAPMAK KİŞİNİN DEPREM ANINDA NELERİ YAPIP NELERİ YAPMAMASI AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİDİR.BU YÜZDEN DEPREME HAZIRLIKLI OLMAK AÇISINDAN OKULUMUZDA ÖĞRENCİLER VE OKUL PERSONELLERİMİZLE BİRLİKTE PERSONEL TAHLİYE TATBİKATI GERÇEKLEŞTİRDİK.

Ock

DİLİMİZİN ZENGİNLİKLERİ PROJESİ ,OCAK AYI EYLEM PLANI KAPSAMINDA OKULMUZDA YAPILAN ETKİNLİKLER

Ock

Değerli Velilerimiz,

 

 Milli Eğitim Bakanlığımız , eğitimin tüm kademelerinde "Dilimizin Zenginlikleri Projesi"ni başlattı.

Millî Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin, sosyal ve kültürel etkinlikler yoluyla öğrencilerin dilin zenginliklerini tanımasını ve kültür taşıyıcısı olan sözcüklerle buluşmalarını sağlamak amacıyla okul öncesinden liseye tüm sınıf kademelerinde uygulanmak üzere "Dilimizin Zenginlikleri Projesi"nin başlatıldığını açıkladı.Bizler de Yukarı Karavaiz ilkokulu olarak bu projede yer aldığımızı bildiririz.

Nis

Mart Ayı Sonunda Okulumuzda Sınıf ve Şube Düzeyinde Haftanın En Başarılı Öğrencileri Seçimi yapıldı.Seçilen Öğrencilerimizi Tebrik eder,Başarılarının devamını dileriz. Haftanın En Başarılı Öğrencileri;

1/A Sınıfı: Zeynep Nehir TEMEL

1/B Sınıfı: Fatma DEVE

2/A Sınıfı: Berat IŞIK

2/B Sınıfı: Nehir BAKIR

3/A Sınıfı: Ahmet BAKIR

3/B Sınıfı: Leyla AVCI

4/A Sınıfı: M.Mustafa IŞIK

4/B Sınıfı: Hüseyin TEMEL

Mrt

Bugün, Türk savaş tarihine altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferi’nin 104. yıldönümünü kutlamanın ve mukaddes vatanımız için canlarını çekinmeden feda eden aziz şehitlerimizin Şehitler Günü’nü idrak etmenin büyük onurunu yaşamaktayız.

Türk milletinin elde ettiği bu zafer, sadece kazanılmış bir savaş olarak görülmemeli, etkileri ve sonuçları itibariyle neler götürüp-getirdiğine iyi bakılmalıdır.

Bilinmelidir ki! Bu zafer kolay elde edilmemiş, Türk milletinin Anadolu’daki varlığının devamı bu savaşın kazanılması ile mümkün olmuştur.

Çanakkale Savaşları, maneviyatın maddiyatı yendiği yer olma özelliği ile dünya tarihi üzerinde de büyük etkilere neden olmuş, asırlardır Avrupalılar tarafından sömürülen ülkelerin bağımsızlık fikrinin kuvvetlenmesine yardımcı olmuştur. Çanakkale Zaferi, Türk milletinin kaderini olumlu yönde değiştirmekle kalmayıp, dünya milletlerinin düşünce yapısının değişimine de büyük etki etmiştir.

Tarihimizdeki her savaşın, her muharebenin ayrı bir önemi ve bizim için manevi bir değeri vardır. Fakat hepimiz tarafından görülebileceği üzere Çanakkale Savaşları, başlangıcı, gelişimi ve sonuçları ile dünyada mevcut başka milletler tarafından bile unutulamayan muharebe özelliği göstermiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale savaşlarında özellikle Anafartalar civarında askerleriyle verdiği üstün mücadele ve 276 kiloluk top mermisini sırtında taşıyan Seyit Onbaşı ve arkadaşlarının göstermiş olduğu kahramanlık, dünyada çok az milletin gösterebileceği bir kahramanlık destanıdır.

Çanakkale Savaşlarını benzersiz kılan, işgalci devletlerin dönemin en muazzam savaş gemileri ve binlerce askeri ile boğazı kuşatıp arsızca saldırması değil, gökten yağmur gibi yağan ateşe göğsünü siper eden aziz Mehmetçiktir.

Çanakkale’yi Çanakkale yapan, bitmek tükenmek bilmeyen düşman mermilerinin sesi değil, yaralı düşman askerini sırtına alarak onu düşman mevzisine kadar götürerek, işgalci askerlere insanlık dersi veren kahraman Mehmetçiktir.

Çanakkale’yi Çanakkale yapan, cepheye gönderdiği oğluna “ya şehit ol, ya gazi” demek suretiyle, vatanın her bir karış toprağını evladının canından üstün tutan Türk analarıdır.

Üzerinde yaşadığımız bu kutsal vatan topraklarını bizlere armağan eden, milletimizin varlığının, birliğinin ve beraberliğinin ölümsüz sembolleri aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, şükranlarımı sunuyorum

Mrt

Milletlerin hayatında geleceklerine yön veren önemli olaylar kilometre taşı niteliğinde abidevi şahsiyetler vardır. Genç nesillerin iyi yetişmeleri, geleceğe güvenle bakabilmeleri, millet hayatında yeni değerlerin ortaya çıkabilmesi ve milli şuurun ayakta tutabilmek için bunları hatırlamak gerekir
İşte kara günlerimizin göstergesi, kahramanlık destanımız, heybetli kimliğimiz, yurt severlik ve özgürlük aşkımız İstiklâl Marşı ve milletimizin sinesinden çıkarak onun acılarını, umutlarını kararlılığını " Hayal ile yoktur alkış verişim, her ne demişsem görüp de söylemişim " diyerek abideleştiren Mehmet Akif...
Her yıl 12 Mart tarihi İstiklal marşının kabulü ve  Mehmet Akif Ersoy´u anma günü olarak kutlanırdı Bu yıl 12 Mart hafta sonuna rast geldiğinden program bugüne bırakıldı 
İstiklal Marşı´nı anlamak için onun hangi şartlarda yazıldığını bilmemiz ve çerçevede değerlendirmemiz gerekmektedir. 
İstiklal Savaşının elemli ve buhranlı günlerindeyiz. İzmir gitmiş, Bursa düşmüş, Afyon kaybedilmiş. Düşman orduları ,Türk yurdunun her yanına sokulmuş. Türk milleti tarihinin en karanlık günlerini yaşamaktadır. 
Akif, Kuvayi Milliye´ nin Ege´ deki merkezlerinden Balıkesir´ e gider Burada halktan aradaki ayrılıkları kaldırmalarını, düşmanlara karşı birleşmelerini isteyip, herkesi yurt savunmasına çağırır. Meclisin açıldığı günlerde "Artık burada duracak zaman değildir," diyerek Ankara´ ya gelir. Meclisin önünde Akif´le karşılaşan Mustafa Kemal " Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz." der 
Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır. Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda milli ve manevi değerlerin tehlikede olduğunu belirterek Müslümanları birliğe, düşmana karşı savaşmaya ve çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu´ nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle okutturulur. Kitaplar, broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır. 
Aralık 1920´ de Kastamonu´ dan Ankara´ ya gelen Mehmet Akif Mustafa Kemal "Kastamonu´ daki vatanper mesainizden çok memnun oldum. Sevr antlaşmasının memleket için ne kadar f eci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete neşretmedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat´ ın büyük hizmeti oldu. Bunun için bilhassa teşekkür ederim. der.
Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşanın Saldırgan düşmana karşı Anadolu´da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak ve gelecekte milli bir marşımız olacak marşın hazırlanması teklifinden sonra Yarışmaya 734 şiir katılmış Ama hiçbiri istenilen özellikte bulunamamıştır 
Mehmet Akif ise "Milletin kurtulacağını para ile mi söyleyeceğiz " diyerek bu yarışmaya katılmamıştır 
Hasan Basri yarışma için konan ödülün ona verilmeyeceğine dair güvence verince
- O halde yazalım. Deyip yazmıştır
İstiklal Marşı "Korkma!" seslenişi ile başlar. Buradaki korku ifadesi sıradan bir korku olmayıp her karış toprağı şehit kanları ile yoğrulmuş aziz vatanımızın kaybedilme endişesinin dillendirilmesidir Bu en olumsuz durumlarda dahi ümitli kalabilmenin bir ifadesidir. Çünkü esaret de ümitsizlik de bize yakışmazdı
Bir başka dizesinde ise : Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın." Diye gençlere seslenir. Vatanın korunması, bastığı yerleri toprak diyerek geçmeyen; bu topraklar altında kefensiz olarak yatan şehit dedelerini unutmayan vefalı bir gençliğin eliyle olacaktı
Öyle de oldu. Milletimizin hür yaşama azmi ve aşkı Mustafa Kemal gibi eşsiz bir liderin başkalığında bizlere yeni ufuklar açacaktı . Ezelden beridir hür yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak olan milletimiz vatanına ve istiklaline yönelmiş olan bu çılgınca ve hayâsızca saldırılara elbette boyun eğmeyecekti.
Mustafa Kemal "Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır,
İstiklal Marşı´nda, istiklâl davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim bölümü de 
"Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk´a tapan milletimin istiklâl"
Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar, işte bunlardır.
Akif İ ise : O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. - Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yeise düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir miydik? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz... Fakat imanımız büyüktü: O şiir, milletin o günkü heyecanının bir kıymetli hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz... Onu ben de yazamam... Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım...

Sevgli gençler, İstiklâl Marşını sevmek, ülkemizi sevmektir,
İstiklal Marşını coşkuyla söylemek, ülkemize , bağımsızlığımıza sahip çıkmaktır.
Bağımsızlığınıza sahip çıkmak ise, onurumuza sahip çıkmaktır.
İstiklâl marşı ve bayrak törenlerinde bizlerin göstereceği ciddiyet ve coşkunun derecesi bize bırakılan yüce mirasa ne denli sahip çıktığımızın göstergesi olduğundan; bayrak törenlerine karşı her zamankinden daha duyarlı olmak, bağımsızlık sevdası ile bu toprağa düşmüş şehitlerimize karşı boynumuzun borcu olmalıdır. Ancak o zaman İstiklâl Marşımızın yazarı üstad Mehmet Akif Ersoy´un "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın" duası gerçekleşir.

Konuşmamın sonunda hem bu yüce destanı yazan ustayı, hem de yazdıran sayısız kahramanı rahmetle anarken, son sözü yine üstadın dizelerine bırakıyorum:
Mehmet Âkif Ersoy diyordu ki " Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırtmasın." Ama Mehmet Âkif Ersoylar hep olsun.

Mrt

Deprem Türkiye, coğrafi yapısı ve iklim özelliklerinden dolayı, doğal afetlere en çok maruz kalan ülkelerden biridir. Esasen ülkemiz topraklarının tamamına yakınında deprem riski bulunmaktadır. 65 milyondan fazla vatandaşımız, deprem riski olan bölgelerde yaşamaktadır. Ayrıca, sanayi tesislerimizin yüzde 95i, enerji santrallerimizin ise yüzde 75i bu alanlarda kuruludur.   Geçtiğimiz yüzyılda meydana gelen depremler sonucu 97 bin vatandaşımız hayatlarını kaybetmiş, 600 bin konut yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Özellikle 1999 yılındaki Marmara depreminin yolaçtığı büyük yıkım hala hafızalarımızdadır. 17 binden fazla vatandaşımız yaşamını yitirdi. 200 bin kişi evsiz kaldığı. 67 bin konut, 11 bin işyeri yıkıldı.   Uluslararası Afet Veri Tabanı bilgilerine göre bu deprem, dünyada 1900–2009 yılları arasında meydana gelen depremler arasında, 20 milyar dolar ile en fazla ekonomik kayıp yaratan 6. büyük depremdir. Bu vesileyle, kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Allahtan rahmet ve yakınlarına sabır diliyorum.   Aslında yaşanan bu felaketi, "doğal afet" olarak değil de, "doğal olmayan afet" şeklinde tanımlamak daha doğru olabilir. Niye aynı şiddette depremi Japonya’da, Amerika’da böyle yıkımlara neden olmuyor. Demek ki deprem’in getirdiği yıkım, kader değil, kaçınılmaz son değil. Demek ki bizde deprem değil, bina öldürüyor.   Gerçekten de, maruz kaldığımız bu büyük yıkımın başlıca sebebi, çarpık ve hatalı şehirleşme ile binalarda uygun olmayan yapı tekniğinin kullanılmış olmasıdır. Öte yandan, siyasi çıkarlar ve populizm uğruna, gecekondu tipi kaçak yapılaşmaya gözyumulması ve devamlı çıkarılan imar affı yasalarının da faturası ağır olmuştur. 17 ağustos depreminde, af yasalarıyla yasal duruma getirilen yapıların yüzde 80’i ağır hasar görmüştür.   Sık sık depremlerle karşı karşıya olduğumuz bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu gerçeği kabul edip, hazırlıklı olmak mecburiyetindeyiz. Spekülasyon amaçlı arsa ticareti ve bunun teşvik ettiği denetimsiz şehirleşmenin önüne geçilmezse, bu tür felaketlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu sebeple, planlı ve uygun yapı tekniklerinin kullanıldığı bir yapılaşmaya gidilmesi, mevcut altyapının ve binaların ise güçlendirilmesi zaruridir. Bu yönde kaynakları oluşturmak, özendirici ve gerekirse de zorlayıcı tedbirleri almak durumundayız. Çünkü sözkonusu olan büyük ekonomik kayıplar ve daha da önemlisi insan hayatıdır.   TOBB olarak, depremlerin ekonomik ve sosyal hayatımız üzerindeki yıkıcı tahribatının bir nebze olsun telafisine yönelik olarak, Yalova-Soğucakda 250, İzmit-Uzunçiftlikde 252 ve Sakaryada 528 olmak üzere, toplam 1030 adet kalıcı konutu yaptırarak, depremzede vatandaşlarımıza sunduk. Elbette yürüttüğümüz bütün bu çalışmalar, depremden kaybetmiş olduğumuz vatandaşlarımızın acısını dindiremez. Ancak evlerini kaybetmiş insanlarımızın huzur içinde yaşayacakları, depreme dayanıklı konutlar edindiğini görmek acımızı bir nebze hafifletmektedir   Öte yandan, mülkün temelinde adalet olduğuna inandığımıza göre, yargının etkin, hızlı ve doğru çalışmasını sağlamak zorundayız. İşte Marmara depreminin üzerinden 10 yıl geçti. Yıkılan 17 bin binada, 18 binden fazla vatandaşımız can verdi, yüzbinlerin hayatı karardı. Ama sonuçta açılabilen binlerce davadan, ancak 30 kadar dosyada ceza çıktı. Sadece bir kaç ceza çıktı. Onlarında cezası bir iki yıl içinde tamamlanıp salıverilecek.   Marmara depreminden sonra başlayan dava süreci, zaman aşımı süresinin 2 yıl önce dolmasıyla birlikte sona erdi. Yüzlerce sorumlu, cezasız kurtuldular. Suçun cezasız kalması, bir toplumda en ağır yarayı açar. Bu yüzden hepimizin vicdanı kanıyor. En tehlikelisi de, adalet kavramı siliniyor.   Yapılan bir araştırmaya göre, depremin ardından açılan yaklaşık 2100 davadan 1800ü, çeşitli nedenlerle cezasız kalmış. Geriye kalan 300 davanın 150sinde yargılama süreci bitmiş ve 120sinde sanıklara verilen cezalar ertelenmiş. Sadece 30 kadar dosyada ceza çıkmış. Esasen Yargıtay ve mahkemeler özveriyle çalışıyor, ama gelinen nokta maalesef bu. Onbinlerce dosya zaman aşımına uğruyor. Yargıtaya 1 milyona yakın dosya geliyor. 30-40 bin dosyaya bakan daireler var. Yargıtay Başsavcılığı da 300 bin dosya bekliyor. Bu sıkıntıları iyi değerlendirmek ve çözüm üretmek lazım.   Kısacası sadece bir deprem faciası değildir yaşanan. Bir hukuk faciası, hatta skandalı yaşanmıştır. 18 bin kişinin çoğunu deprem değil, hırsızlık, ihmal ve imar planlarına aykırılık öldürmüştür. Sorumlularıysa hakettikleri cezalarından kurtulmuştur. Peki, Devletin birinci görevi adalet dağıtmak değil midir? Türkiye Cumhuriyeti, bürokratik bir devlet olarak kurulmadı. Kimsesizlerin kimsesi olmak için kuruldu. Kimsesizlere sahip çıkmak için kuruldu. Ama bakıyorum, bu mevzuat garabetini yerinde duruyor.   Hukuki güvenliğin sağlanmadığı, adaletin tesis edilmediği hiçbir düzen ayakta kalamaz. Haklı olduğunuz bir davanın sonuçlanması bile, neredeyse 2 yıl sürüyor. Böylesine yoğun iş yükü altında, yetersiz çalışma koşullarına tabi tutulan bir sistem, adaleti sağlayabilir mi? O halde hukuk sistemini, hak ve özgürlüklerin güvencesi haline getirmeliyiz. Yargı sisteminin işleyişini kolaylaştırmak, yargı mensuplarımızın fedakarca üstlendikleri bu ağır yükü paylaşmak durumundayız.   Oysa Marmara depreminin o ilk şaşkınlık anları geçtikten sonra, kamu idaresi, özel sektör ve vatandaşlarımız, öyle büyük bir enerji ile harekete geçmişti ki. Bu çapta bir felakete karşı hiçbir hazırlığı olmayan ülkemiz, toplumun gösterdiği müthiş dinamizmiyle büyük bir seferberlik ruhu meydana getirmişti.   Yurdun her köşesinden insanlar, tüm olanaklarıyla deprem bölgesine yardıma koşmuştu. Arama-kurtarma çalışmalarına katılmak isteyenler mi istersiniz, kimsesiz kalan çocukları evlat edinmek isteyenler mi? Hatta o kadar ki, bir aşamada yetkililer "Artık yardım getirmeyin. İlaç, gıda, giyecek dahil her şey fazlasıyla var, ama onları koyacak yerimiz yok" demek zorunda kalmıştı.
Bunun örneklerini o tarihte bizzat yaşadım. Ankara’dan 50 araba ile yardıma gitmiştik. Adapazarı’nda İzmir plakalı eski bir Reno arabada yaşlı bir çift gördük. Arabalarına erzak yükleyerek gelmiş ve yardım dağıtıyorlardı. Daha sonra biz Akyazı’ya geçtik ve buradaki ihtiyaç sahiplerine yardım dağıtmaya başladık. Yaşlı bir teyze, kendisinin yeterince yardım aldığını söyledi ve bizi başka depremzedelere yönlendirdi.
Nasıl muhteşem bir dayanışmaydı o? Irk, din, dil, mezhep, cinsiyet farkı gözetmeksizin, birbiriyle kaynaşmış bir toplumun “tasada da ortak” olduğunun ifadesiydi. Kısaca 17 Ağustos, o büyük felaket, bu ülkede yaşayan insanların, özünde etle tırnak gibi kaynaşmış olduğunu göstermiştir. Peki niye bunun devamını getiremedik? Niye hukuk sistemimizi yenilemedik? Niye işin sorunu getiremedik? Bu noktada görev siyasi iradeye düşmektedir. Türkiye bir an önce yargı ve hukuk reformu yapmalıdır.   Öte yandan vatandaşlar olarak bize de görev ve sorumluluk düşüyor. Türkiye’de sigortalanabilecek toplam konut sayısı 13 milyon. Bununsa ancak 3,4 milyonu, yani yüzde 26’sı zorunlu deprem sigortası yaptırmış. Demek ki, hak iddia edeceğimiz kadar, kendi üzerimize düşen sorumluluğu da yerine getirmeliyiz. Çağdaş bir toplum, hakkını aradığı kadar, sorumluluğuna da sahip çıkan toplumdur.

Mrt

Sevgili Arkadaşlar! 
Alkollü içki, sigara ve uyuşturucunun zararlı olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Ama ne yazık ki insanlar yine de, bilinçsiz bir şekilde bunları tüketirler. 5 Mart 1920 tarihinde Hilâl-i Ahdar Derneği kurulmuştur. Hilâl ay, Ahdar yeşil anlamına gelmektedir. Hilâl-i Ahdar Derneği daha sonra Yeşilay adını almıştır. Bu derneğin amacı, alkollü içki, sigara ve uyuşturucunun zararlarını topluma anlatmak ve bunları içenleri vazgeçirmektir. 
Uyuşturucu denince akla esrar, eroin ve kokain gibi maddeler gelmektedir. Ülkemizde bu maddelerin kullanılması ve satılması yasaktır. Bu yasağa uymayanlara ağır hapis cezaları verilir. Uyuşturucu madde insanı uyuşturur ve bağımlılık yaratır. Sağlıklı bir insanın bu maddelere yaklaşması düşünülemez. Uyuşturucu madde kullanımının sonu ölümdür. Sapık ilişkiler ve bu ilişkilerden kaynaklanan suçları genelde uyuşturucu kullanan insanlar işlemektedir. 
İçildiğinde insanı sarhoş eden maddelere alkollü içkiler diyoruz. Sarhoş olan insan kolayca suç işler. Trafik kazalarının büyük bir bölümü, içkili araç kullanmaktan ileri gelmektedir. İçki içen insanların aile hayatları da yok gibidir. Eşlerini ve çocuklarını döven insanların büyük bir bölümü, içki içip sarhoş olan insanlardır. Sarhoş insanlar, çevrelerini de rahatsız ederler. Beyin, kalp, mide ve akciğer gibi organlar içkiden etkilenir. Ülser, felç ve siroz gibi hastalıklara ise içki sebep olur. 
Bir başka zararlı da sigaradır. Ne yazık ki sigara, toplumumuzda yaygın olarak içilen bir maddedir. İştahı kesip akciğerlerimizde büyük tahribata sebep olur. Sigara içen insanlar, ömürlerinin önemli bir bölümünü bu canavarın eline teslim etmiş olurlar. Sigaranın kansere olduğunu herkes bilir. 
Bütün kötülüklerin anası olan uyuşturucu, alkollü içki ve sigaradan uzak, sağlıklı bir ömür geçirmenizi diliyorum...

Mrt

2018-2019 Eğitim Öğretim yılının Şubat ayında 4/B sınıfı Ayın en temiz sınıfı seçildi. 4/B sınıfı öğrencilerini ve Sınıf Öğretmeni Ahmet ÇINAR´ı kutlar, daha sağlıklı ve temiz günler dileriz.

Şbt

Eskiden Ayıntap olarak adlandırılan Gaziantep, adını tarihin derinliklerinden. Sıfatını ise Milli Mücadeledeki kahramanlıklarla dolu müdafaasından almıştır.

 

Eskiden Ayıntap ve Aynitap adıyla yazılır, geniş halk kitlesi tarafından ise Antep ve Entap olarak söylenirdi. Gaziantep´in yetiştirdiği ünlü ilim adamı tarihçi Bedrüddin Ayni´nin ifadesiyle Gaziantep´in eski adı ve asıl adı “Kala-ı Füsus"tur. "Kala-ı Füsus" yüzük kalesi demektir.

 

Bir başka rivayete göre buranın halkına zulüm eden Ayni adında kötü bir hakimi varmış. Birçok uygunsuz işler yaptıktan sonra ettiklerine pişman olmuş, tövbe etmiş ve yörede yaşayan halk tarafından "Ayni tövbe etti" denmiştir. Daha sonra Ayni tövbe, Ayıntap olarak kalmıştır.

 

Bir başka rivayete göre ise Ayıntap adını suyunun güzelliğinden ve bolluğundan almıştır. Ayın: pınar, kaynak ve suyun gözü anlamındadır. Tap ise: parlak ve güzel anlamındadır. Bundan dolayı ayıntap güzel pınar ve güzel kaynak manasına (bilgi yelpazesi.net) gelmektedir. Yine Tap: güç ve takat anlamına da gelmektedir. Şehre suyunun bolluğundan dolayı bu isimin verildiği söylenmektedir.

 

Bir başka rivayette ise şehrin eski adının Hantap olduğu söylenir. Tap: güç, takat ve arazi anlamında da kullanılmaktadır (Kelime tap ve tapkır olarak Gaziantep´in köylerinde halen kullanılmaktadır). Buna göre Hantap; han toprağı manasına da gelmektedir. Hantap zamanla Antap ve Antep olmuştur.

 

Kurtuluş Savaşı´nda halkın göstermiş olduğu üstün kahramanlıklar sebebiyle şehre 8 Şubat 1921 tarihinde TBMM tarafından "GAZİ"lik unvanı verilmiştir. Layiha-i Kanuniye´nin l. Maddesi "Ayıntap livası merkezi olan Ayıntap kasabasının namı Gaziayıntap´a tahvil olunmuştur." Böylece de Antep, Gaziantep olmuştur.

Ock

Ocak Ayı Sonunda Okulumuzda Sınıf ve Şube Düzeyinde Haftanın En Başarılı Öğrencileri Seçimi yapıldı.Seçilen Öğrencilerimizi Tebrik eder,Başarılarının devamını dileriz. Haftanın En Başarılı Öğrencileri;

1/A Sınıfı: Bayram KARADEMİR

1/B Sınıfı: Zeynep IŞIK

2/A Sınıfı: Sümeyye IŞIK

2/B Sınıfı: Efe ÇOPUR

3/A Sınıfı: Yusuf IŞIK

3/B Sınıfı: Harun AVCI

4/A Sınıfı: Hanım Nisa KESER

4/B Sınıfı: Neriman KORKMAZ

Ock

Ocak Ayının En Temiz Sınıfı 1/A Sınıfı seçilmiştir.1/A Sınıfı ve öğrencilerini kutlar daha temiz ve daha sağlıklı günler dileriz.

Ara

2018-2019 Eğitim Öğretim yılının 14. haftasında 3/B sınıfı haftanın en temiz sınıfı seçildi. 3/B sınıfı öğrencilerini ve Sınıf Öğretmeni Musa ARSLAN´ı kutlar, daha sağlıklı ve temiz günler dileriz.

Ara

14.Hafta Sonunda Okulumuzda Sınıf ve Şube Düzeyinde Haftanın En Başarılı Öğrencileri Seçimi yapıldı.Seçilen Öğrencilerimizi Tebrik eder,Başarılarının devamını dileriz. Haftanın En Başarılı Öğrencileri;

1/A Sınıfı: Hazal TAŞ

1/B Sınıfı: Sebiha KORKMAZ

2/A Sınıfı: Ali KANGAL

2/B Sınıfı: Akif IŞIK

3/A Sınıfı: Seydi Vakkas GÖZÜBÜYÜK

3/B Sınıfı: Abdulsamet AKSOY

4/A Sınıfı: Berivan ALTUNBAŞ

4/B Sınıfı: İrem Deniz KANGAL